34,2735$% 0.02
37,2714€% -0.05
44,5496£% 0.08
3.069,07%-0,05
5.111,00%0,02
2480892฿%-0.34558
28 Ekim 2024 Pazartesi
Ülkemizde “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” hükmünü devlet yönetimine yerleştiren, demokrasiyi taçlandıran “ Cumhuriyet ” in 101. yıl dönümü kutlu ve daim olsun. Kurtuluş Savaşı’nın lideri, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk:
“Ey yükselen yeni nesil istikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek sizlersiniz.” diyerek bizlere cumhuriyetin koruyuculuğu görevini vermiş, sürekliliğini sağlama, bu eşsiz emanete sahip çıkma konusunda da yine bizlere güvenmiştir. Peki biz süreç içerisinde bu eşsiz emanete ne kadar sahip çıkabildik? Onu gerçekten koruyabildik mi?
Kurmuş olduğu ve bizlere emanet ettiği, özgürlüklerimizi koruyan bu eşsiz yönetim biçimi için “ Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta, güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister. Hükümetlerin icraatları menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse bütün kusur ve kabahatlere katılmış demektir. “ uyarısı ile sanki bu emaneti bize teslim edilmiş haliyle koruyamayacağımızı sezmiş gibidir.
Kendi sorumluluklarımızı fark edip yerine getirmek asli görevimizdir. Önce kendi selametimiz, sonra ailemiz, yaşadığımız çevre, ülkemiz ve dünyamızın selameti için gereklidir. Görev ve sorumluklardan kaçmak ,kolayı seçmek, çalışmadan kaynağı belli olmayan haksız kazançlarla konforlu yaşam peşinde koşmak hastalığına yakalanan toplulukların sonu hüsrandır. Böyle bir durumda ilimde, bilgide, güvende, sevgide, paylaşımlarda yaralar açılır, her şey gerilemeye başlar. Bahanelere sığınarak, görmezden gelerek, sorumluluklardan kaçarak demokratik sistemler korunamaz.
RAD SÜRESİ ‘nin 11. Ayetindeki: “ Bir toplum kendinde bulunan şeyleri değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez.” uyarısı bizler içindir.
Ülkemiz ve toplumumuz için dayanışmaya ,birliğe bugün daha çok ihtiyacımız var. Bilimde, sanatta, ticarette ,ekonomide, devlet yönetiminde,hukukta, ahlâkta, eğitimde, sosyal gelişmede yükselişe doğru hızla yol almalı, bu güzel vatana sahip çıkmalı ve onu korumalıyız…
Huzur nedir dostlar? Arayıp da bulunamayan mı yoksa her zaman olup da bir türlü farkına varılamayan mı?
Arayanlar, neyi aradığını bilenler mi acaba? Huzuru eşyada, malda, mülkte, konforda, çoluk çocukta, eşte, işte arayanlar… Huzur, şu dünya dediğimiz düzende sahip olduklarımızda mı yoksa sahip olduğumuzu sandıklarımızda mı?
Huzur, hazır oluşlarda aslında. Neye hazır oluşlarda peki? Varlığa, varoluşa, olan biten her şeyde ilahi bir düzenin varlığına inanıp derin ve anlamlı kabullenişlerde diyebiliriz.
Huzuru dünyada başka insanlarda aramak yerine, kendi yüreğimizde bulmaya çalışmalıyız. Peşinden koşmak yerine, onun sessizce gönlümüze gelmesine izin vermeliyiz. Kabullenemediklerimizi, reddettiklerimizi kabul etmekle bulunur huzur.
Huzur sade, basit yaşamlarla, küçücük şeylerle mutlu olmayı öğrenmekle sağlanır. Hayatın tüm güçlüklerine rağmen içsel dengemizi koruyabildiğimizde, affetmeyi öğrendiğimizde gönlümüze yerleşir huzur.
Huzur, her anın içinde saklı olan sakinliği fark edebilmektir. Huzur en karanlık anlarda bile içsel aydınlığı koruyabilmektir. Her şeyi azaltmak, kendi gerçekliğimizle yüzleşmek, kabullenişlerle kendimizi olduğumuz gibi sevmektir huzur.
Kendimizi olduğumuz gibi kabul edip onaylamak, her şeyi ve herkesi, olan biteni tüm gerçekliği ile kabullenme bilgeliğini göstermektir huzur.
Sakinlik yüreğin ritmini doğanın akışıyla uyumlu hale getirmektir. Sakin bir zihin huzurun en büyük kaynağıdır. Sakinlik, fırtınalarda huzur içinde kalabilme becerisidir. Huzurlu bir ömür,sessizlikle başlayan içsel bir yolculuktur.
Ahmet Hamdi Tanpınar:
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında .
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız ,postsuz bir derviş.”
dizeleriyle ne güzel dile getirir huzuru bizlere.
Gerçekten peşine düştüğümüz, akıllarımızla eleştirdiğimiz, yadırgadığımız, dayattığımız şeylerin, haklılığımızı kanıtlama çabalarımızın boşuna olduğunu anladığımızda başlıyor huzur.
Huzur; seyirci kalmak, umursamamak, bahaneci bir tavır sergilemek değildir. Gerekeni en iyi şekilde yapmak, yaşamak, yaşatmaktır. Hizmet ehli olmaktır, yaraları sarmaktır. Sevgiyle yüreklere dokunabilmektir. Beklemek ve istemek yerine ilk adımı atabilmektir. İyiliği, güzelliği tetikleyici eylemi gerçekleştirmektir.
Aydınlık anlara, huzur içinde ulaşabilmek dileğiyle sevgiyle kalın.
“Ara sıra kendini tutamayabilirsin, yüreğini isyana kaptırabilirsin. Fakat unutma, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol, sabırlı ol, sevecen ol, erdemini yitirme. Çünkü eninde sonunda sahip olduğun tek servet kendinsin. Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik mekanıdır.” der MÖ 9. yüzyıl Ketos Tabletleri.
Bizler bu dünyaya geliş ve gönderiliş nedenimizi anlayamadığımız sürece bu dünyanın kirli, yalan, adaletsiz vs. olduğunu düşünür ve sürekli şikayet ederiz. Yaşadığımız tüm olumsuzluklarda faturayı hep dünyaya keseriz. Hiçbirimiz de biraz olsun düşünüp özümüzü bulmamız için oluşturulmuş muhteşem bir armağan olduğunu fark etmeyiz. Bize bu gezegende sunulan her türlü zenginliği mahvetmek, yok etmek için çaba harcarız.
Suçlamak, şikayet etmek en kolay olanıdır dostlar. Beşerliğimizin verdiği rehavetle kolayı seçerek sürekli şansızlığımıza ağlar, başkaları ile kendimizi kıyaslar; rekabetlerle, yarışlarla bize sunulan ömrü heba ederiz.
Ömer Hayyam’ın:
“Eldimse bu dünyaya ne bulmuş bu dünya?
Gitsem de eğer kıymeti eksilmez ya!
Bir kimse çıkıp da anlatıp gelmekte gitmekteki hikmet ne ola?”
dizeleriyle sorduğu soruya:
“Alışılmış beden ve duygular sadece derin, manası olmayan kılıftır. Dış örtüler yok edilince birliğe ulaşılır ve maddeden kaynaklanan bu dünyadaki farklar kalkar” diye cevap veren Mevlâna, bizlerin bu dünyaya geliş nedenini ne güzel anlatır.
Bizler beden elbisesinin içindeki ruhun deneyimi ile Hak ve hakikate ulaşmaya geldik bu dünyaya. Bunu anlayabilmek ve bilinçli varlığımızı koruyabilmemiz için zaman ve emek harcama sorumluluğumuzun olduğunu idrak etmemiz gerekiyor galiba.
Yeni dünya düzenine girildiğini fark edenlerden olabilmek önemli. Gezegenimizde yaşanan her olay bizleri yeni oluşumlara taşıyor aslında. Doğal afetler, savaşlar, kavgalar, hırslar, tutkular, dibe vuruşlar, berbatmış gibi görünen her şey. Belki de yükselişin ve dirilmenin başlangıcı bunlar. Unutmayalım dibe ne kadar hızlı düşülürse sıçrama da o kadar yüksek olur. Her sıçrayışın da bir düşüşü olur. Dünya sahnesinde bu tür oyunlar çok oynamıştır. Yaşadıklarımız da ne ilk ne de tektir. Öncelikle bu olan bitenleri bilinçli farkındalıkla anlayabilmemiz gerekiyor.
Sürekli suçladığımız ve kavga ettiğimiz bu gezegenin değerini bilenlerden ve onu koruyabilenlerden olabilmek dileğiyle sevgiyle kalın.
Sevgiyle merhaba canlar. Bir süre birlikteliğimize ve paylaşımlarımıza ara vermek durumu oluştu. Sanırım bu süreç, olması gerekendi.
Okulların yeni eğitim ve öğretim dönemine başladığı bugünlerde biraz da olsa eğitimle gerçekleşen öğrenme üzerine paylaşımda bulunmak istedim.
Öğrenme; doğduğumuz andan itibaren aile içinde başlayan, mahalle, okul, şehir, ülke değerleri ile elde edilen kazanımlardır. Çevremizde gördüklerimiz, okuduklarımız, bize anlatılanlar, deneyimlerimiz öğrenmenin birer unsurlarıdır. Toplum değerlerinin, sosyal paylaşımların da öğrenmedeki payı büyüktür.
Dünya değişen ve gelişen yeni yapılandırmalarla birçok şeyi bize sunmakta, işimizi kolaylaştırmaktadır. Bu arada diğer taraftan her şeyi kolay elde etmenin yol açtığı olumsuzlukları de yaşamaktayız. Bu yeni düzen içerisinde ülkemizin bugünkü durumuna baktığımızda her şeyin değersizleştirildiği, gayrimeşru olan şeylerin meşrulaştırıldığı, bunların hak olduğunu dayatan bir sistem içerisinde olduğunu üzülerek görmekteyiz.
Ulu Önder Atatürk’ün bizlere açtığı yolda, kadına seçme ve seçilme hakkının dünyada en önce bizim ülkemizde verildiğini hepimiz bilmekteyiz. ”Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesi ile yetinirse o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradıkları başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur.” diyen Atatürk bugünkü sorunlarımızı nasıl da dile getirmiş.
Ailede anne ve babanın çocuk üzerinde öğrenime katkıları çok önemli ve değerlidir. Özellikle annenin çocuğun öğrenmedeki payı biraz daha fazladır. Çünkü en temel ihtiyaçlarını anne karşılar. Bilinçli, iyi eğitimli, değer yargıları sağlam annelerin yetiştireceği çocuklar da toplumda saygın bireyler olarak yerini alırlar.
Anne olmadan önce her kadın, kız çocuğu olarak yetişir. Eğer bir ülkede kız çocuklarının her anlamda güvenle, özenle iyi yetişmeleri için ortam ve koşullar hazırsa o ülkede yetişen kızlar da ayakta dururlar, toplumlarına ve ülkelerine değer katarlar. Ailede, çevrede kız çocuklarına gösterilen sevgi, saygı ve güven toplumların kalkınmasına doğrudan etki eder. ”Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir.” sözleriyle Atatürk bu konuda her zaman topluma ışık tutmuş, yol göstermiştir.
Günümüzde maalesef tecavüze uğrayıp kendi kirlerini örtbas etmek için öldürülen ya da başına ne geldiği belli olmayan kız çocuklarının olduğu yerde çaresiz öğrenmeler başlıyor. Öğrenilmişlik çaresizlikler de güvensizliğe yol açar, güvensiz toplumlarda korkak insanların sayısı artar, gelişimin önü tıkanır. İnsanların birbirine güvensizlikle baktıkları toplumlar geriler; mutsuz, güvensiz, korku, nefret, öfke dolu zihinler suskunluğa zorlanır. Paylaşım yetersizliği ve samimiyetsiz ilişkiler önce aileleri sonra toplumu tükenmişlik sendromuna sürükler. Herkes her şeyi bildiğini iddia eder, bilmediğini bilmez. Bilmezlik, aymazlık öğrenmenin önündeki en büyük engeldir.
Öğrenme isteği iyi bir gözleme, bütünün içinde olmakta olanı fark etme becerisine, farkındalıkla bütünde sevgiyle yerini almasına olanak sağlar.
Öğrenme isteğiyle, sevgiyle ve güvenle bütündeki yerimizi alma bilincine ulaşma dileğiyle, sevgiyle kalın.
19 Mayıs 1919 , İtilaf devletlerinin işgaline karşı Türk Kurtuluş Savaşı’nın başladığı gün kabul edilir . 1938 yılında “Gençlik ve Spor Bayramı” “, 1981 yılında da Atatürk’ün doğumunun 100. yılı olması nedeniyle “ Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı “adlarını almıştır.
Bizim gençlik yıllarımızda öğrenci olarak , daha sonra öğretmenlik yıllarımızda eğitimci olarak büyük bir heyecanla ,coşkuyla kutladığımız önemli milli bayramlarımızdan biriydi . Her şeyin anlamını yitirdiği ve değersizleştirildiği bu günlerde bu önemli bayramın hak ettiği değeri görmediğini görmekte ve üzülmekteyiz.
“Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdükleri ve ne yapacaklarını önce kendi düşüncelerinde iyice kararlaştırmalı , onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilir hale getirmeli , ancak ondan sonra ortaya atmalıdır.
Ben çok ümitliyim ki gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir.” diyen ulu Önder Atatürk gençliğe çok inanmış ve güvenmiştir . Bu güven ve inanç ona “ Gençliğe Hitabe “ yi emanet bıraktırmıştır .
Gençliğe Hitabe ; gençlerimize geçmişi ,bugünü ve yarını anlatan, çok derin anlamları , uyarıları olan evrensel bir mesaj ve değerli bir armağandır .
Gençlik sadece yaş aralığıyla ilgili kavram mı acaba ? Genç olmak fiziksel özelliklerin yanı sıra zihinsel bir aktivitedir aynı zamanda . Genç olmak için genç düşünebilmek , hayattan zevk almak , hayata mizah katmak da gerekir aslında. Sürekli üretmek ve zihinsel sınırlarımızı zorlayarak dinlenmeksizin yürümeye devam etmek , bizleri zorlamadığı gibi genç kalmamıza da katkı sağlar . Umutlarımızı hiç kaybetmeden , durağan ve sıkıcı olan yaşamlarımızın sınırlarını zorlayarak sonuçta neşeye ulaşmalıyız.
Birçoğumuzun ezberinde olan:
“Neşeli ol ki genç kalasın,
Bu dünyadan da zevk alasın,
Ümitler hep söylenir neşeyle,
Neşeli ol ki genç kalasın .” dizeleri genç kalmanın sırrını ne güzel açıklar .
“Hayat sizlere acıyı zaten getirir , sizin sorumluluğunuz neşeyi artırmaktır .” der Milton Ericson. İşler yolunda iken mutlu ve sevinçli oluruz , bozulunca da dünyamız kararır ve üzülürüz . Bu bir bakış açısı , güçsüz bir yaklaşım tarzıdır .
Başımıza gelen her şeyin güzel ve öğretici olduğunu kabul eder, bu bilinçle büyüme, iyileşme ve neşeli olma fırsatını kendimize verirsek her zaman genç kalırız.
Keder ve üzüntüden bir sonuç alınamaz . Acıya ,üzüntüye dayanmak ümidin anasıdır . Onun doğuracağı ümit ,güven ve inanç sonunda başarıyı getirir. Keyif de huzurda olma halidir , beraberinde neşeyi getirir . Çok hızlı ve bulaşıcıdır.
Bu mutluluğa da kendimizden ve sevdiklerimizden esirgemeden genç kalmaya ,genç yaşamaya devam etmeliyiz .
Genç olanlara , genç kalanlara ve bunun için emek harcayanlara selam olsun .
Sevgiyle kalın