38,4538$% 0.1
43,6923€% -0.16
51,3168£% 0.12
4.058,09%-1,01
6.696,00%-2,13
3642382฿%0.56476
23 Nisan 2025 Çarşamba
Siyaset Her Yeri Sardı, Çözüm Gerçek Demokrasi
Cumhuriyet-Demokrasi- Hukuk Devleti Tek Bayrak- Tek Millet
10 Kasım ve Kasımpatı Kokuları
SAĞLIKLI YAŞAMAK SAĞLIKLI YAŞLANMAK
Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Orta Asya'dan Dünyaya: Türklerin İz Bırakan Yolculuğu
Bugün Cumhuriyetimizin temelini oluşturan “Büyük Millet Meclisi”nin açılışının 105. yılı, hepimize kutlu olsun. Kuruluş amacına uygun, işlevselliği ile de daim olsun.
Ulusal egemenlik, yönetim yetkisinin ve hakkının millette olması demektir. Ulusun onayı alınmadan bu yönetme yetkisi; hiçbir sınıfa, kişiye, aileye ya da topluluğa bırakılamaz. Toplumsal fırsat eşitliği ve adaletin sağlanması en büyük özelliğidir.
Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlanan bu günün Atatürk tarafından çocuklara armağan edilmesi boşuna değildir. Çok büyük anlamlar içerir.
Çocuk gelecektir, oluşumdur, gelişmedir, büyümedir, öğrenmedir. Öğrendikçe de değişmektir, deneyimdir. Her deneyim de yeni bir kazanımdır.
“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler, hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.” Mustafa Kemal Atatürk
Yaşamını ve varlığını ülkesinin, ulusunun gelişimi, iyiliği, yeni dünya düzenindeki yerini güçlü bir şekilde alması için harcamış, ulusuna önder olmuş, yaptıklarıyla tüm dünya milletlerine ve devletlerine rehberlik etmiş, Dünya Lideri ünvanını alan Atamız bu cennet vatanı daha da güçlendirmek için çocuklarımıza emanet etmiştir. Çocuklara emanet etmiş çünkü çocuk öğreneceklerini cesur adımlarla gerçekleştirir. Hareketlidir, enerjisi yüksektir. Her şeyi tanımaya ve anlamaya meyillidir. Meraklıdır, öğrenme çabası yüksektir. Durağanlıktan hoşlanmaz. Hayal gücü çok geniştir. Düşüncelerini hemen eyleme geçirir. Sınama yanılma yoluyla öğrenme yolunu seçer.
Durağanlık, mevcut durumu olduğu gibi kabul etmek, bu kadarı yeterle avunmak tükenmenin başlangıcıdır. Varoluş her an değişim ve gelişim kuralıyla varlığını sürdürür. Varoluşun içinde yer alan tüm varlıklar, bu sistemin bir parçası olarak varlıklarını korumayı ancak bu değişim ve dönüşüme ayak uydurarak sağlarlar.
Ebeveynlerin çocuk yetiştirmede önemli sorumlulukları vardır. Toplum bilincini sağlamalarına, yaşadıkları ülke ve ona karşı sorumluluklarını anlamalarına katkıda bulunmaları gerekir. Vatanına, milletine, emanet edilen değerlere sahip çıkabilen, onları koruyabilen anne ve babaların yetiştirdiği çocuklar daha bilinçlidir. Ulusal egemenlik bizlerin huzur ve güven içinde yaşaması için bu değerlere emanet edilmiştir. Her birimiz çocuk tazeliğinde ve canlılığında bu emanete sahip çıkabilmek, sürekliliğini sağlayabilmek için çaba harcamalıyız.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Mustafa Kemal Atatürk
Emanetçinin emanetine sahip çıkabilmek, değerlerimizi koruyabilmek dileğiyle, sevgiler…
“Bencillik, gözüne takılmış ayna gibidir. O gözler nereye bakarsa baksın kendinden başka birini görmez.” diyen Hz.Mevlana; aynanın egonun, benliğin, kendini tanımanın ve iç dünyanın yansımasının bir aracı olduğunu ne güzel anlatır.
Bencillik gözlüğünden yansıyan ayna ile nereye bakılırsa bakılsın kişi kendinden başkasını göremez.
“ Kimse kimseyi çözemez
O kadar derine inemez
Ya karşılaşırsa kendiyle
O kazayı göze alamaz.” diyen şarkının sözleri de insanın kendisi ile yüzleşmekten korktuğunu, kaçtığını dile getirir. Başkalarını suçlamak, tüm nedenleri onlara ve olaylara bağlamak kolaydır. Acısının faturasını birilerine kesmekle insan içinin rahatlayacağını, huzur bulacağını zanneder. Yüzleşmediğimiz, yüzdeşemediğimiz her şey kendini başka çehrelerle gösterir.
Benlik farkındalığını artırmak, kendisi ile yüzdeşebilmek önce acı verebilir insana. Ancak daha sonra yerini keyif ve huzur alır. Benliğinden kurtulan bütün benliklerle bir olur. Onlarla bütünleşir, düşman sandıkları dost olur. Kusur arayan değil, gördüğünün kendi yansıması olduğunu bilen olur. Önemli olan kimliği tanımlayacak ruhu bulmaktır. Kendine ayna olacak insanı bulmak, onu fark etmek kurtuluşa ulaştırır insanı.
Ayna yalnızca görüntüyü iletmez, ruhsal ve manevi olanı da yansıtır. Bakmasını bilen orada benliğini, hayatın özünü görür. Bazen yüreğine bakmalı insan. Orada sakladığı gerçeklerle yüzleşebilmeli.
Kişi önce kendini fark etmeli. Kendini fark eden her şeyi fark eder çünkü. Kendini özgür bırakan başkalarının da özgürlüğünü sağlar. Kendine müdahale eden başkasına da müdahale eder. Kendi sorumluluklarının farkında olan her şeyin farkında olur.
“ Eğer sen kardeşinde bir kusur görüyorsan o sende bulunan kusurun aksinden ibarettir. Sen kendini bu hatadan temizle. Çünkü ondan duyduğun üzüntü, kendinden duyduğun üzüntüdür. Ondan incindiğin zaman kendinden inciniyorsun.”der Hz.Mevlâna
Hayatta kalmayı umut etmek için yapılması gereken en önemli şey, düşman ve savaş hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmektir. Her şey olması gerektiği için olandır. Öğretidir ,alınması gereken derstir. Olan bitenin içindeki iyiliği ve hayrı görebilmektir. Geçmişin kalıntılarından kurtulup geleceğe umutla bakabilmektir. Ayaktaki bağları, boyundaki zinciri kırıp ruhun bedeni yönetmesine izin verebilmektir.
Yaşam bir aynadır. Gülerek bakarsak o da bize güler. Aynalarda gülümseyebilen dostlar görebilmek dileğiyle sevgiyle kalın.
Bayram; neşe, huzur, barış,sükûn ve mutluluk köklerinden oluşur. Bayram kutlamalarını insanlık tarihinin her döneminde görmek mümkündür.
Sanat sayılan ilk bayram tasviri; Milat’tan önce 6000 yılına ait Çatalhöyük duvar resimlerinde yer almaktadır.
Her toplumda önemli günlerin kutlandığı, sevinç ve mutlulukların paylaşıldığı, birlikteliğin sağlandığı, bir olmanın keyfinin çıkarıldığı özel anlardır bayramlar. Bayramlar en çok da birlikteliğin önemini, paylaşımın değerini ortaya koyar.
Bayram, küslerin barıştığı, hediyelerin alınıp verildiği, yeni giysilerle çocukların sevindirildiği günlerdir. Bunların hepsi şekilde gibi görünse de özünde derin anlamlar barındırır, kıymetli hatıralar biriktirir.
Sosyal bir varlık olan insanın beşerliğinden soyunup “insan” olmayı fark ettiği, farkettirdiği anlardır bayramlar. Hepimizin dilinde pelesenk olmuş “Nerede o eski bayramlar? diye hayıflandığımız ama bu konuda hiç de çaba sarf etmediğimiz bayramlar yaşar olduk.
Yalnızlık, yalnızlaşmak insanın içini çürütür. Çürümüş dişler ne kadar acıtırsa insanın canını çürümüş duygular da o kadar sızlatır insanın içini.
Bayramlar heyecandır. Ailelerin bir araya geldiği, konu komşu, eş dost, akraba ve yakınların birbirini ziyaret ettiği, birbirlerinin gönlünü aldığı özel anlardır. Daha doğrusu birbirlerinden haberdar oluşlarıdır. Kaçışlarla, toplumdan ve insandan kendimizi soyutlamakla mutluluk ve huzur sağlanmıyor. Derdin paylaşımı dermanı, güzelliğin ve iyiliğin paylaşımı huzuru, paranın paylaşımı bereketi, yiyeceğin paylaşımı ağız tadını sunar insana. Birlikte çoğalmaktır bayramlar, yaraların sarılmasıdır, gülümseyebilmektir, hoşça vakit geçirmektir. Ozan Arif’in şu dizelerinde ettiği dua ne kadar anlamlıdır:
“ Yarabbi tadına bütün milletin
Varacağı bayramlara eriştir.
Milletin yarasını devletin,
Saracağı bayramlara eriştir.
Devletin, milletin verip el ele,
Kimsenin kimseyi etmeden köle,
Zenginin fakirin gönül gönüle,
Gireceği bayramlara eriştir.”
Bayramlar özlemlerin giderildiği anlar olsun. Birliğin sağlanışı olsun. Hep bir ve var olmanın heyecanı olsun. Sorumluk duygularının coştuğu, yüzlerin güldüğü anlar olsun. Geçmişin özlemi değil çocukların umutları olsun. Bugünün gücü olsun. Birbirimize kenetlendiğimiz, içimizi neşeyle dolduran günler olsun. Sofraların kurulduğu, sofradaki birlikteliğin ve yiyeceklerin paylaşıldığı anlar olsun. Sofrada birleşenler her yerde birleşmeyi bilir.
Evler, süslü püslü eşyaların tıka basa doldurulduğu kilitli odalardan ibaret olmasın. Sofraları olsun evlerin ,kapıları açık olsun. Kapısı açık olanın gönlü de açık olur.
Gönlü geniş ,bayram sevinci içerisinde olan bireyler olabilmek ve daha nice bayramlara ulaşabilmek dileğiyle. Sevgiler…
Bugün Çanakkale Zaferi’nin 110. yılı. 18 Mart 1915’te İtilaf devletleri bozguna uğramış, deniz savaşları sona ermiştir. Yazılan bu eşsiz destanla Boğazlar ve Anadolu Türk egemenliğinde kalmış, Anadolunun Türk vatanı olduğu kesinlik kazanmıştır.
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor.
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.” dizeleriyle Mehmet Akif ne güzel dile getirir bu zaferin bedelinin ağırlığını.
Çok kan dökülmüş, çok can verilmiştir bu topraklar için. Ulu Önder Mustafa Kemal’in Çanakkale kara savaşlarındaki taktikleriyle deniz savaşlarındaki başarılar perçinleşmiş; komutanın dehası, askerlerimizin yokluk, açlık, sefalet içerisinde bile vatanını kahramanca savunuşu, canlarını seve seve feda edişleri sayesinde bu topraklara sahip olmuşuz.
Bizlere sunulan bu cennet vatanda bugün bizler zevk ve sefa içinde şımarıkça yaşamaktayız.
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı,
Verme, dünyaları da alsan bu cennet vatanı.” dizeleri, bizleri vatan millet sevgisine, atalarımızın yüce ruhlarına layık olmaya davet etmekte değil mi?
Bunca emek, gayret ve zorluklarla her karış toprağında şehit kanı olan bu cennet vatana ne ölçüde sahip çıkıyoruz acaba? Bu eşsiz emaneti hoyratça, saygısızca, gelecek nesillere hangi mirası bırakacağımızı düşünmeden tüketip duruyoruz sürekli. Bize emanet edilen tüm değerlere karşı neden bu kadar savurgan olabiliyoruz? Akıl ve ahlak tutulmasına uğramış bireyler olarak daha ne kadar heba edeceğiz bu değerlerimizi?
Hem birey hem de toplum olarak bizlere bırakılan emanetlere bilinçli farkındalıkla ne zaman sahip çıkacağız? Her geçen gün çirkinleşen eylemleri, saldırgan, öfke krizlerimizin altında yatan hallerimizi ne zaman terk edeceğiz?
Küresel ve ulusal ayrımcılığı pompalayan zehirleri içmekten vazgeçip değerlerimize sahip çıkmak gerekiyor. Atalarımızın kanlarıyla kazanılan bu topraklar bizlere emanet. Onların asil kanları bizim damarlarımızda dolaşıyor. Hayat kaynağımız olan damarlarımızdaki bu asil kandan alacağımız kudret ile Türk istiklal ve Cumhuriyetini korumak, her türlü tehlikeye karşı savunmak gerekiyor. Bunun en önemli görevimiz olduğunu unutmamak, bu güç ve sorumluk bilinciyle birbirimize, vatanımıza sahip çıkabilmek umuduyla sevgiyle kalın.
“İyiliğe iyilik her kişinin işi,
Kötülüğe iyilik er kişinin işi,
İyiliğe kötülük ise şer kişinin işidir.” der Şeyh Edebali
Her birimiz kadın ya da erkek bedeninde dünyaya geliriz. Ancak benliğimizi oluşturan ana etken yalnızca bedensel özelliklerimiz değildir. Ruh halimizdeki iki ana enerjinin etkileri de önemlidir.
Beynimizin sağ tarafını, bedenimizin sol tarafını temsil eden dişil enerji ile zeka, sevgi, içgüdü, güven, yaratıcılık, hassasiyet, denge, uyum gibi değerleri taşırız. Beynimizin sol, bedenimizin sağ tarafındaki eril enerji ile de analitik düşünce, pratik zeka, başarı tutkusu, rekabet, üretim, organizasyon özelliklerimizle varlığımızı ortaya koyarız. Benliğimizi oluşturan şey, bu hisleri doğuran iki ana enerjinin ruh halimizdeki oranıdır. Bu yüzden hangi cins bedende olursak olalım bu iki enerji arasındaki dengeyi sağlamamız gerekir.
Bu denge kendi içimizde uyum ve huzuru sağladığı gibi bütündeki uyumu ve toplumsal huzuru da sağlar.
Cinsiyet üreme için tüm canlılara verilen bir bağıştır. Bu, varlıklara kendi türünün devamlılığını sağlar.
Benlik kavgaları ve sevdalarıyla cins çatışmaları ortaya çıkar. Her cinsin varoluşla belirlenmiş ve birbirini tamamlayan görev ve sorumlukları vardır. Bu görev ve sorumlulukların bilinçli farkındalığıyla yaşamak, yaşayabilmek ne güzel.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan kadın-erkek birliğini şu sözleriyle ne güzel ifade eder:
“Er kişi mum ise hatunu ateştir.
Er kişi ay ise hatunu güneştir.
Er kişi meydanı hatun ise cihanı aydınlatır.”
Geldiğimiz ve yaşadığımız bu dönemde çoğu alışılmış ve süregelen dengelerin bozulduğuna üzülerek tanık oluyoruz. Sosyal medya ve paylaşımlar her birimizi çılgınlığa, aşırılığa, huzursuzluğa, korkuyla beslenen hırslara doğru yönlendiriyor; cins ve cinsiyet sapkınlıklarına neden oluyor. İki cins arasında edepten, mahremiyetten eser kalmıyor. Bozulan ilişki dengelerinde aile sorunları, sosyal ve ruhsal bozukluklar ortaya çıkıyor. Varoluş ilkelerine uymayan bu eylemler bizleri özümüzden uzaklaştırıyor.
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini meydana getiren, ikisinden de bir çok erkek ve kadın üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.”
Nisa Suresinin 1. Ayeti; insanoğlunu birliğe, dayanışmaya, paylaşmaya, var edenin gücüne güvenmeye çağırıyor.
Ayrılıklar peşinde koşmaktan vazgeçip bir arada, Bir’likte bir ve var olarak, güçlenerek, büyüyerek, iyiliklere, güzelliklere yürüyebilmek ne hoş!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.